Bir Adlandırma Sorunu mu?


Dario Navaro

Bu sabah, abone olduğum haftalık Agos gazetesinin postadan gelen zarfını açtığımda, zarfın içinden çıkan, Agos yayımcısının abonelerine yarının 24 Nisan olduğunu hatırlatmak üzere koydukları ince, uzun mumun gayet etkili bir yöntem olduğunu düşündüm…

Gazetenin ön sayfasında Hırant Dink’in “23,5 Nisan 1996” tarihli yazısı yer alıyor:

Tarih 24 Nisan 1915’in şafak vakti. Özellikle İstanbul’daki Ermeni aydınlar, yazarlar, sanatçılar, öğretmenler, avukatlar, doktorlar, mebuslar teker teker alınırlar evlerinden. Götürülürler… Ve bir daha geri dönmezler. İşte, birkaç gün sonra bütün Osmanlı İmparatorluğu sınırları içinde gerçekleştirilen Tarihsel Ermeni dramı’nın başlangıcıdır bu tarih.

Elbet Anadolu’nun kadim halklarından birinin yaşadığı topraklardan sürülmesi ve yok edilmesi trajik bir dramdır, ancak tarih yazımı, siyaset ve uluslararası hukuk açısından farklı yorumlara açık bir vakadır aynı zamanda.

Bu konuya gazetenin iç sayfalarında Baskın Oran “1915’e ne isim vermeliyiz?” makalesiyle yanıt aramaktadır. Daha doğrusu 2008 yılında yayımladıkları ve yaklaşık 33bin kişi tarafından imzalanan “Özür Diliyorum” başlıklı metinde “soykırım” yerine “Büyük Felaket” (Medz Yeğern) terimini kullanmış olmalarının ne denli doğru bir karar olduğunu, bugün de “Ermeni Kıyımı” teriminin benimsenmesinin en doğrusu olduğunu savunmaktadır.

Oran bu yaklaşımını, “soykırım” kelimesinin Yahudi Soykırımı’nı (Holokost) çağrıştıran bir terim olduğu için buna karşı büyük bir tepki duyulduğu ve her türlü diyaloğun daha başından önünü kestiğidir: ”Ve bu yüzden 1915’in enine boyuna tartışılması imkansızlaşmakta”dır.

Oran’ınki politik bir tercihtir ve eğer gerçekten Ermeni dramının tartışılmasının önünü açabilecek bir sihirli değnek işlevine sahipse, belki de doğru bir tavırdır. Ben pek de böyle olmadığını düşünüyorum.

Genel olarak görüşünü en net biçimde ortaya koymak, nerede durduğunu açık olarak başından belirtmek, elindeki tüm argüman ve kaynakları yayımlamak, kullanmak, vs., savunduğun görüşün en sağlam temellere dayanmasına olanak verir diye düşünüyorum. Ama daha önemlisi, günümüzde, BM Soykırım Suçunun Önlenmesi ve Cezalandırılması Sözleşmesi hem uluslararası hukukta hem de Türk Ceza Hukukunda yer alan bir suçtur. Soykırım suçunu oluşturan fiiller madde madde açıklanmış, soykırım suçunun tanımlanması evrensel normatif bir nitelik kazanmıştır. Aynı kriterler, insanlık tarihindeki katliam ve imha vakalarının değerlendirilmesi ve anlaşılması için de geçerlidir.  

Polonyalı hukukçu Raphael Lemkin, otobiyografisinde, özellikle Ermeni olaylarından kalkarak, barbarizm ve vandalizm olarak tanımladığı suçların Cemiyet-i Akvam hukuk kurumlarında kabul görmemesi üzerine,  2. Dünya Savaşı yıllarında yarattığı jenosit sözcüğü ile anlamını kazanan soykırım kavramını geliştirdiğini yazar. Soykırım suçunun ne tür fiillerden oluştuğunu belirten Soykırım Sözleşmesi, 1948’de BM Genel Kurulunda kabul edilmiş, 1951’de  yürürlüğe girmiştir. Lemkin, Soykırımın Tarihi çalışmasında ise, antik tarihten başlayarak 41 soykırım vakasını ortaya çıkarmıştır. Bu konularda araştırmalar günümüzde “Soykırım Etütleri” başlığı altında pek çok Batılı ülke üniversitelerinde yürütülmektedir. Sömürgeciliğin soykırımsal özünün ortaya çıkarılmasıyla, sömürgeci tarihi olan pek çok ülke günümüzde eğitim müfredatlarını değiştirmek, eski sömürgelerinden özür dilemek ve maddi olarak telafi etmek yoluna başvurmaktadır.

Özetle, soykırım kavramı günümüzde tarihsel, hukuksal ve siyasal olarak yerleşmiştir. Araştırmalar, üstü örtülmüş, çarpıtılmış yada devlet arşivlerinde tozlanmaya yüz tutmuş belgeleri raflarından indirerek, Batı medeniyeti tarih yazımını sorgulamakta, tarih boyunca işlenmiş etnik temizlik, tehcir ve soykırım vakalarını su yüzüne çıkarmaktadır. Günümüzdeki soykırımlar da aynı kriterlerle ele alınmaktadır, alınmalarını talep etmek ise siyasi bir zorunluluktur.  Bu geriye dönüşü olmayan insancıl ve adil bir gelişme sürecidir. Aynı normların tarihimizde yaşanan etnik temizlik, ayrımcılık ve soykırım vakalarına uygulanması kaçınılmazdır.

Yorum bırakın