Ferhan Umruk
Yaşadığımız topraklarda sosyalist hareket 30 yılı aşkın süredir geçmişin mirası üzerinden varlığını sürdürüyor. Bu geçmişin olumlu olan katkısı öylesine güçlü ki, bütün bu dönem boyunca ideolojik, politik, örgütsel olarak kayda değer hiçbir ilerleme kaydedilememesine rağmen varlık tükenmiyor. Yakın tarihte sosyalist hareketin yükselişine Askeriye iki kez darbe vurdu. Birinci durak, sosyalist hareketin devletten bağımsızlaşmasının yolunu açan, canı pahasına fedakarca mücadeleyi yürüten devrimcileri yok eden 12 Mart 71 Askeri darbesi oldu.
İkinci durak ise 1970’lerde kitleselleşerek yükselen sosyalist hareketi yaptığı darbeyle vuran 12 Eylül Askeri Cuntası oldu. Birinci durağın ardından sosyalist hareketin muazzam yükselişi gelirken, ikinci durağın ardı yükselişi değil, söz yerindeyse dumura uğrayan sosyalist parti ve grupların ne uzayıp ne kısalan dünyasını yarattı.
1960’lardan 1980’e kadar sosyalist hareketin izlediği seyirde, fedakarlık, devrime inanmışlık, hayatını adamak gibi değerler sosyalistler tarafından içselleştirildi. Sosyalist hareketin bütün grupları 80 Darbesi sonrasında geçmişin bu mirası üzerinden yeni dönem statejilerini oluşturdular.
Sosyalist hareketin bütün gruplarının yeni dönem stratejilerinin ortak paydasının geçmişin mirası olması hareketin karakteristik özelliği oldu. Sosyalist grup ve hareketler bu dönem boyunca birleşik partiler deneylerine girsinler girmesinler, geçmişin mirası üzerinden ayrı varlıklarını korumak konusunda son derece kıskanç davrandılar. Bu davranış biçimi hali hazırdaki sosyalist grupların niceliksel gücü bakımından da farklılık göstermemekteydi. Sosyalist hareketin hali pür melali ne olursa olsun küçüklü büyüklü bütün gruplar aynı refleksi göstermekte birleşti.
Geçmiş mirasın gücünün, bazı sosyalist gruplar yasal olarak parti adını taşısalarda sosyolojik olarak böyle bir niteliğe sahip olmadıklarının altını çizerek, tümünün ayakta kalmasını sağladığı bir gerçekliktir. Ancak 1980’den bu yana neredeyse çeyrek asır geçmiş olmasına rağmen sosyalist grupların kitlelere nüfuz edememesi, oldukları yerde dumura uğramış oldukları da bir gerçekliktir.
Geçmiş miras üzerine kurulan stratejinin günümüz kitle hareketlerine kılavuz olamayacağının delili de milyonların sokağa döküldüğü Gezi direnişi oldu. Sosyalist parti ve grupların hiçbiri, yükselen kitle hareketinin taleplerini ne kavrayabildi ne de kitlelerin bir adım daha öne çıkmasını sağlayacak ideolojik, politik, örgütsel katkı sağlayabildi. Evet, polis saldırılarına karşı deneyimli olan sosyalistler bu anlarda rol oynadılar ama kitle hareketini ileri götürecek ideolojik bir hegemonya da geliştiremediler. Açıkça söylemek gerekirse, kendini yalnızca geçmiş miras üzerinden şekillendiren sosyalist parti ve grupların bunu başarabilmeleri de mümkün değildi.
Gezi direnişine kadar sosyalist parti ve grupların deyim yerindeyse kadük kalmalarının nesnel gerekçesini bütün bu dönem boyunca kitlelerin boyun eğmişliğinde, düzene rıza göstermelerinde bulmak mümkündü. Kuşkusuz, devrimci sosyalist hareketin gelişme kaydedebilmesinin ön koşulu düzen karşıtı kitle hareketinin yükselişi ile bağlantılıdır.Burada sözü edilen, kitle hareketi ve parti ilişkisi devrimci sosyalist partiler için geçerlidir. Yoksa, adı sosyalist, komünist de olsa eğer bu partiler sistem içi bir niteliğe sahipseler, parlamenter aygıtın bir manivelası olarak kendilerini düzenlemişlerse kitle hareketinin varlığı veya yokluğu onların örgütsel gelişmesinin bir parametresi değildir. Sistem içerisinde siyasetlerini şekillendireceklerinden zaman olur muktedirler tarafından iktidar için makbul partiler olarak da addedilebilirler. Dolayısıyla sözünü ettiğimiz bu tür partiler değildir.
Türkiye’nin neredeyse bütün şehirlerine, kasabalarına yaygınlaşan Haziran direnişi, kitlelerin üzerindeki ölü toprağını attıklarını alenen göstermiş oldu. Türkiye’nin batısında kitlelerin bastırılmışlık, sindirilmişlik posikolojisinden kurtulup, sisteme karşı sokağa dökülüp özgüven kazanmaları, kitle hareketinde niteliksel bir dönüşümün işareti oldu. Bu sürece eşlik eden bir başka faktör de, yakın tarihsel süreçte, Türkiye’de siyasetin tüm aktörlerini ve rejimin gidişatını belirleyen Kürt siyasi hareketinin Ortadoğu’da ki siyasi gelişmelerle birlikte eriştiği yine niteliksel sıçramadır. Kürt siyasi hareketi, özellikle Suriye’de süregiden iç savaş koşullarında, Türkiye hükümetinin kuşatma çabalarına rağmen, kuzeyde Rojava’da hakimiyet sağlayarak bölgenin reel bir siyasi aktörü olduğunu perçinledi.
Türkiye’de sosyo-politik değişimin okumasını doğru yapabilmek için bu iki anahtar faktörün yani batıda kitle psikolojisindeki niteliksel dönüşümün ve Kürt siyasi hareketinin eriştiği niteliksel sıçramanın saptanması şarttır.
Bu saptama, kuşkusuz, bu iki anahtar faktörün birbiriyle olan ilişkisini de dar polemikçiliğe düşmeden soğukkanlı bir biçimde analiz etmeyi de gerektirir. Şunu açıkça belirtmek gerekir ki benim gibi marksist dünya görüşünü benimseyenlerin ve sosyalist parti ve grupların hedefi alt sınıfların ve sistem tarafından ezilenlerin eylem birliğinin sağlanarak kapitalizme ve rejime karşı güçlü bir seçenek yaratılmasıydı. Kuşkusuz, böylesi bir eylem birliğinin temel bileşenleri, İşçi sınıfının siyasi hareketleriyle, Kürt hareketidir. Tabii ki, sistemle çelişkili Aleviler ve diğer tüm ezilenler de bu çekim merkezinin bileşenidirler.
Sisteme karşı bir seçenek yaratmak için bu tür bir eylem birliği ihtiyacı olduğunu düşünen sosyalistlet ve Kürt siyasi hareketi 90’lı yıllardan beri böyle bir çaba içerisinde oldu. Bu doğrulutuda her seçimde blok teşkil edilerek ortak olarak seçimlere girildi. Ancak bütün bu dönem boyunca seçim işbirlikleri gerçekleşmesine karşın sokakta da gerçekleşmesi tasavvur edilen eylem birliği hedefine ulaşılamadı. Tabii, Haziran direnişlerine kadar Batıda ki kitle hareketsizliğieylem birliğinin seçimlerle sınırlı kaldığı gerçeğinin üzerini de örttü. Ne zaman ki Gezi’de başlayan direnişin ve canlarını kaybeden gençlerin korku duvarını aşan eylemleri gerçekleşti. Eylem birliğinin maddi temellerinin zaafla malul olduğu su yüzüne çıktı. Kürt siyasi hareketi ‘çözüm süreci’nin engelleyeceği gerekçesiyle Gezi direnişine düşük dozda pasif siyasi destekle sınırlı bir tutum geliştirdi. Bu saptamaya itiraz edip ‘hayır Kürt hareketi de Gezi’de vardı’ diyecek olanlar için, hemen şu hatırlatmayı yapalım. Daha sonra, Gezi direnişine ilişkin Kürt siyasi hareketinin tutumunu, bizzat Cemil Bayık şu ifadelerle zaten belirtti”“Bu endişelerle, katılmama ve zayıf katılma durumu yaşanmıştır. Bu iki anlayış da yanlıştır. Bunun kesinlikle yanlış olduğunu söylüyorum”
Yine 17 Aralık operasyonuyla ortaya çıkan şimdilerde Erdoğan’a kadar uzandığı söylenen yolsuzluk operasyonu karşısında da Kürt siyasi hareketi asgarisinden nötralize bir tutuma yöneldi. Bizzat Öcalan ‘17 Aralık’ta başlayan yolsuzluk rüşvet operasyonu ve ardından ortaya atılan paralel devlet tartışmalarını, ‘sürece yönelik bir darbe girişimi’ olarak niteledi.Böylelikle Gezi direnişi ölçüsüne ulaşmamakla birlikte kitlelerle sokağa inen sosyalist hareketle Kürt hareketi arasında makas yine açılmış oldu.
Kürt siyasi hareketiyle sosyalist hareket arasında birlik sürecinin HDK ile ortak platforma nihayetinde HDP ile ortak partiye varan bu eşikte açıkça görünen hakikat, birliğin iki temel bileşenin ajandalarının nesnel olarak farklılaştığıdır. Evet Kürt siyasi hareketi, yaşanan bu süreci ‘müzakere’ süreci olarak değerlendirerek, kendi gerçekliği ile ne kadar örtüştüğünü düşünüyorsa, sisteme karşı mücadelenin bir aktörü olması gereken sosyalist hareketin ise bu yaşanan süreci alt sınıflar bakımından muktedirlere karşı mücadele süreci olarak değerlendirmesi o kadar gereklidir ve doğrudur. Dolayısıyla bileşenlerden birinin kendi gerçekliğinden kalkarak ‘müzakere’, diğerinin ise muktedirlere karşı mücadele hedefine sahip olduğu bir evrede ortak bir siyasi hatta eylem birliğini yaratmanın nesnel zemini kaymış demektir. İşte bundan dolayıdır ki, HDP’nin bir ‘Türkiye Partisi’ olarak işçi sınıfının, tüm ezilenlerin bir seçeneği olma hedefi büyük ölçüde zaafa uğramıştır. HDP örgütsel olarak da politik olarak da batıda ki BDP haline hızla dönüşmektedir. ‘Türkiye Partisi’ kavramı dile getirildiği için hedeflenenin bu olmadığını biliyoruz, ancak bugün hedeflenenle varılan noktanın örtüşmediği aşikardır.Ne var ki, bütün bu gelişmeleri belirleyenin nesnel faktör olduğunun mutlak ve mutlak altı çizilmelidir.
Nesnel faktör göz ardı edildiğinde Marxist siyasi analiz yönteminden uzaklaşılıp görünenle yetinerek dar polemiklerin dehlizine sürüklenilecektir. Kürt siyasi hareketinin Marxizmden uzaklaştığı dile getirilecek, HDP çatısı altında olanların da aynı eğilime sürüklendikleri polemiği üzerinden kısır bir tartışma gelişecektir.
Görülmesi gereken hakikat: Kürt siyasi hareketinin temsil ettiği Kürt halkının başat politik hedefiyle, sosyalist hareketin temsil etmeyi gerçekleştireceği alt sınıfların ekonomik-politik hedefleriyle bütünüyle çakışmadığı bir sürecin içerisinde bulunmamızdır. Tam da bu noktada sosyalistlerin Kürt siyasi hareketinin kendi ihtiyaçları doğrultusunda izledikleri taktikleri eleştirmeleri akıntıya karşı kürek çekmekten ibaret kalmaktadır.
Bu gerçeklik saptandığında taktik eylem birliklerinin ötesinde, sosyalistlerin Kürt siyasi hareketiyle ortak parti çatısı altında, ortak bir politik hat doğrultusunda yürüyebilmelerinin zeminin de ortadan kalktığını artık kavramak gerekiyor.
Bütün bu değerlendirmenin sonucu şudur: Elbette, sosyalistler, Kürt halkının hangi biçimde olursa olsun statü kazanmak doğrultusunda ki mücadelelerini desteklemek görevini sürdürmelidir, ancak bayrakların karışmasına da yol açmamalıdır.
Haziran sarsıntısı, sosyalist harekete bir işaret fişeği olarak anlaşılmalıdır, politik varoluş ne geçmişin mirası üzerinden, ne de Kürt siyasi hareketi üzerinden olacaktır.
Bana kalirsa
1. Haziran isyani sonrasi Kürt Hareketine yapilmis bir yere kadar hakli , bir yerden sonra onu itibarsizlastirmaya dönüsen elestirilerin basit bir tekrari olmus.
2 Müzakerenin gittikce akamete ugradigi , Kürt hareketinin bunu yüksek sesle tekrarladigi , mücadele hazirliklarini arttirdigi bugünün kosullarinda 8 ay önceki elestirileri yeniden isitip gündeme getirmek iyi niyetli olmamis .
3. Müzakere ve Mücadele arasinda cizilen kati sinirlar nedeniyle fazlasiyla kategorik bir elestiri olmus.
4.Kürt hareketi ajandasi tanimi örtülü bir Türk hareketi ajandasi tanimini da icinde sakladigindan milliyetcilikle kirlenen bir elestiri olmus.
BeğenBeğen
Cem Tiryaki
Size birinci olarak şunu söylemeliyim. Bulunduğunuz tarafa yönelik en ufak bir eleştiriyi, karalama ve suçlama üslubuyla savunma yolunu tercih etmeniz, bildik bir yoldur, hiçbir sonuçta üretmez. Diğer yandan bir hareket gerekirse müzakere yoluyla sonuç almaya çalışır bunda hiçbir sorun yoktur. Ancak bir ortak parti söz konusuysa bir bileşen temsil ettiği kitleler için mücadele etmek ihtiyacındayken diğer bileşenin müzakere sürecinde olması birlikte yürümenin nesnel zeminini yok eder. Bu saptama bir eleştirinin ötesinde var olan durumun fotoğrafıdır.
Bir de en kolay yolu seçip önüne geleni milliyetçilikle suçlayarak arınma yönteminden vazgeçin. Sözü edilen ajanda Kürt siyasi hareketinindir tamamen doğaldır, kendi ihtiyaçları doğrultusundadır. Diğerine ajanda dersek hiçbir milli kimliği telaffuz edilmeyen, edilmemesi gereken sosyalist harekettir.
Makalede eğer okumuşsanız, sürecin nesnel koşullarının yarattığı sonuçlar üzerinden analiz yapılmakta, dar polemikçilikten uzak kalınmaktadır. Sizin şu kısa yorumunuz ise tam da kaçınılmakta olan kısır polemikçiliğe bir örnek teşkil ediyor ne yazık ki…
BeğenBeğen
Ferhan Umruk,
Bir eleştiriyi öncelikle üslup tartışmasına çevirmeye çalışarak kısırlaştırma yolunu siz seçiyorsunuz. Size yönelttiğim eleştiriler açıktı ve cevaplarınızı da duymak icin beklemeye devam ediyorum. 8 ay önce yapılan eleştirileri ayni basitlikte tekrar ediyor, örneğin son politik gelişmelerde iyice ortaya çıkan müzakere sürecinin tıkanması olgusunu dikkate alma gereğini bile duymuyorsunuz.
” bileşenlerden birinin kendi gerçekliğinden kalkarak ‘müzakere’, diğerinin ise muktedirlere karşı mücadele hedefine sahip olduğu bir evre” tanımınız müzakere ve mücadele süreçlerini birbirinden tümüyle koparmakla kalmıyor, pratik yasamda ki binlerce tersi örneğe rağmen Kürt hareketini muktedirlere karşı mücadeleden vazgeçmekle de suçluyor.
Sizin yazınızın doğrudan mantık sonucu, HDP nin Kürtler eliyle BDP lilestirilerek kuruluş amacından uzaklaşıp müzakere sürecinin bir ensturmani haline getirildiğidir. Üstelik bu is Türkiye de yıllar sonra ilk defa “muktedire karşı kitlesel mücadelenin” ortaya çıktığı, gençlerin korku sınırlarını yıkarak öne çıktığı bir zamanda yapılmıştır.
Böylece hikâyenin kötü karakteri Kürtler olarak somutlanmış oluyor. Ama bu kötülük size göre “kendi gerçekliğine” uygun “tamamen doğal” “kendi ihtiyaçlarına uygun” .vb anlayışla karşılanabilecek bir kötülük oluyor.
Onun için bayraklar karışmasın diyorsunuz, onun için yollar zaten ayrılmış, biz isimize bakalım diyorsunuz. Peki, bunu kime diyorsunuz? İyilere
Ortak partiyi terk etme çağrısını siz ezen ulus sosyalistlerine yapıyorsunuz. Yani Türklere
Kürtler yani kötü müzakereciler, Türkler yani iyi mücadeleciler.
Kötüler ve iyiler ve yine Kötü Kürtler İyi Türkler.
Yani ayni kibirli milliyetçi hikâye.
Ne hakla Ferhan Umruk? Ne hakla Sosyalistler Kürtleri terk edip lütfen eylem birliği yapacaklar?
Sosyalistlerin böyle bir “ayrılma hakki” var mı?
BeğenBeğen
Siz farklı bir düşünme metoduna sahipsiniz. Düşünce metodlarımız uyuşmuyor bu bakımdan da farklı dillerde konuşuyoruz.
Birinci olarak Kürt hareketinin müzakere sürecine girmiş olması makalede hiçbir şekilde eleştiri konusu değildir. Zira, mücadele eden güçler, çatıştığı gibi müzakereyi de onlar yapar. Savaş nasıl politikanın bir aracıysa, müzakere (barış) da politikanın aracıdır. Bu bakımdan Kürt halkının haklı mücadelesini desteklemek sosyalistin görevidir. Temel sorun da iki bileşenin farklı nesnel süreçler içerisinde olmasından kaynaklanıyor. Bu durumda somut ortak programda eylem birliği, cephe elbette olur, HDP kurulana kadar da yapılan buydu. Diğer yandan HDP şeklen bir parti ama fiilen bir eylem birliği hüviyeti taşıyor. Parti ve grupların koalisyonu biçiminde. Seçime girmek içi yapılan kurucu üyeler var sadece, parti üye kaydetmiyor. Ama bu gerçekliğe karşın bir parti olduğu ifade ediliyor.
Neyse, diyalektik ve eleştirel düşünce metodu Marx’ın dediği gibi “Hiçbir şeyi eleştiriden muaf tutmaz” doğru olan da bu yöntemdir. Öbür türlü yaratıcı düşünceden azade müritlerle kuracağınız neyse bir vahametten ibarettir
Size diyalektik ve eleştirel düşünce metoduyla siyasi sorunlarla ilgili makalelerimin yer aldığı iki kitabı okumanızı öneriyorum. Aşağıda pdf formatında linkleri mevcut okursanız düşüncelerimi anlar, belki o zaman sistematik bir tartışma mümkün olur.
1- https://yalansz.files.wordpress.com/2013/03/sosyalizmin-milliyetcilikle-imtihani.pdf
2- https://yalansz.wordpress.com/sosyalizm-din-ve-milliyetcilikkitap-indir-2/
BeğenBeğen
CAMİLER,TEKKELER,TÜRBANLAR,ŞERİATÇILAR VE SARAYLARLA HORTLATILAN ORTAÇAĞ!
Ortaçağı yeniden hortlatan Erdoğan’ın içinde bulunduğu ruh hali:‘feodal diktatör psikolojisi’
Erdoğan: ”Bir yerde minare varsa orası müslüman yurdudur” diyerek başta Avrupa devletleri olmak üzere şimdi de Çin’i tehdit etti. “Almanya’ya 35 yılda 9 000 camii kurduk, inşallah bu sayı, 2035 yılına kadar 19 000 olur” diyen Erdoğan, bunların hepsine minare yapılacağını ve bunun için Diyanetten özel bir fon ayrılacağını vaat etti.
Almanya’da ki Türkleri kendi Müslüman Kardeşler Şeriatçılığı için örgütlemeye hız veren Tayyip Erdoğan, sistem değişikliği için ilk adımın ‘başkanlık sistemi’ olduğunu idda etti.
Saray, Stad, baraj, üniversite, feribotlar ve bağımsız deniz filosu kuran diktatör Erdoğan durmak bilmiyor.
Şimdi de Tayyip’e 5 farklı yerde cami yapmak için dağları ormanları düzleyip, denizi dolduruyorlar. Türkiye’nin her tarafını camilerle dolduran AKP, bütün şeriat ülkelerinin toplamından daha fazla camiyle rekor kırma hezeyanına kapıldı!
Büyük saray ve camiler yaptırarak, Osmanlı özentisine kapılıp padişah ve halife olmak isteyen Tayip Erdoğan’dan bazı inciler:
>> “Minareler süngü, kubbeler miğfer, camiler kışlamız, müminler askerimizdir…“
>> “Ben tekkeye değil dergâha gittim…., “Tutturmuşlar laiklik elden gidiyor, laiklik elden gidiyor. Yahu, bu millet istedikten sonra tabii elden gidecek yahu!”
>> “Fanilere kul olmayacağız, dedik. Fanilere kul olmayacağız, sadece Allah’a kul olmanın hazzını yaşayacağız.
>> “Elhamdülillah şeriatçıyım. Şu anda kahrolsun şeriat diyenler, kendi kendilerine kahroluyorlar.“
>> “Ben İstanbul’un imamıyım.“
“Bu ülkenin yüzde 99′u Müslüman. Hem laik, hem Müslüman olunmaz. Ya Müslüman olacaksın, ya laik. İkisi bir arada olduğu zaman adeta ters mıknatıslanma yapar. Mümkün değil, ikisinin bir arada olması. Durum böyle olunca ben Müslüman’ım diyenin tekrar yanına gelip bir de aynı zamanda da laikim demesi mümkün değil. Niye? Çünkü Müslüman’ın yaratıcısı olan Allah kesin hakimiyet sahibidir. Egemenlik kayıtsız şartsız milletindir. Bak yalan koskoca bir yalan.”
Türk İslam sentezini esas alan pan İslamistlerin Şeriat hazırlıklarının geldiği son nokta, diktatörün medrese, Saray-külliye,Cami dayatması ile birlikte, kışla ve üniversitelere de cami yapma furyasının ayuka çıkması oldu… İŞİD’leşen AKP, hiç bir sınır tanımadan her yeri camilerle doldurmaya devam ediyor..
‘Ankara’daki saray ile İstanbul’da yapımına devam edilen 50 bin kapasiteli devasa Çamlıca camisi yalnızca gösteriş merakından değil, aynı zamanda İslam dünyasında kendisine saygı ve prestij kazandırıp halife olma hayellerinin de bir sonucudur!
Gözü şan ve şöhretle kararmış diktatör, Şeriat devletinin alt yapısını hazırlama sürecinde, İstanbul’da inşaa ettirilen Çamlıca camiisinin avlusuna Erdoğan’ın türbesini yaptırma emrini verdi…
Dağlara, kayalara, gösteriş için en yüksek yerlere camiiler kurulmasını emrini veren Erdoğan’ın kendi memleketi olan Rize’nin Güneysu ilçesindeki bin 130 rakımlı Kıble Dağı’nın zirvesine ‘Kıble Dağı Camisi’ yapıldı. Güneysu ilçesinde, kıble yönünde olması ve ilçenin birçok yerinden görülebilmesi nedeniyle Kıble Dağı ismiyle anılan bin 130 rakımlı dağın zirvesine inşa edilen cami’ye Erdoğan camisi de deniliyor!
R.T. Erdoğan’ın Ankara’da yaptırdığı Ak Saray ve Beştepe camiisi ile İstanbul Çamlıca’da yaptırdığı ‘dev’ camii sadece gösteriş için değil, aynı zamanda kendisine İslam dünyasında prestij kazandırıp Halifeliğinin yolunu açmaktır..
”ERDOĞAN CAMİİ YAPIMLARINI YAKINDAN TAKİP ETTİ”
Recep Tayyip Erdoğan’ın, En yüksek tepeye planlanan Kıble dağı ve Çamlıca Camiinin inşa sürecini ilk gününden itibaren en ince detayına kadar baştan sona ilgileniyor!
R.T. Erdoğan’ın Ankara’da yaptırdığı Ak Saray ve Beştepe camiisi ile İstanbul Çamlıca’da yaptırdığı ‘dev’ camii sadece gösteriş için değil, aynı zamanda kendisine İslam dünyasında prestij kazandırmak için dir..
ÇİN’de konuşan Erdoğan, basın mensuplarına yaptığı açıklamada,”Çin’de 35 bin cami ve 40 bin din görevlisinin bulunduğunu öğrendiklerini, fakat bunun Çin’in şimdiki nüfusuna oranla yeterli olmadığını ve gerekirse yardım edeceklerini söyledi.”
Minarenin olduğu yeri kendi toprağı ilan eden Erdoğan, sanki Çinde’ki 35 000 caminin minaresi yokmuş gibi yeni bir gaf daha işledi! Çin’i de böylece Müslüman yurdu sayan Erdoğan, ”Bir yerde minare varsa orası müslüman yurdudur.” diyerek 35 000 camisi oan Çin’ i de şimdiden İŞİD’varice tehdit etti..
Erdoğan, Cuma namazını Cakarta’daki dünyanın en büyük dördüncü camisi olan İstiklal Camii’nde kılarken ”3 önemli şeyimiz, islam,islam ve yine İslam” diye konuşan Erdoğan, Endenozya’nın nüfus oranına göre çok az camii’ye sahip olduğunu idda etti. Erdoğan, başta Müslüman olmayan ülkeler olmak üzere heryere daha çok Cami kurulması emrini verdi. Doğa düşmanı fanatik İslamist yüksek tepeler, Dağlar, ormanlar ve şimdi de Plajlara, denizin içine camiler kurulması için direktif verdi.
AKP, İŞİD’leşirken, Nusralaştı!
Erdoğan’ın yeni Cihat silahı: Ahrar’uş Şam!
İŞİD, Kürtler’e karşı zayıflayınca, bunun yerini doldurmaya çalışan Erdoğan rejimi, El Kaide(NUSRA cephesi) ve özellikle de bu terör ağıyla ittifak halindeki Ahrar’uş Şam’a bağlı birlikleri, Kürtlere karşı devreye sokmak amacıyla örgütleme ve silahlandırmaya hız verdi…Kuşat-Donat projesi, şu anda Nusra’ya hizmet ediyor. ABD’den gelen en modern silahlar, Erdoğan’ın yeni terör örgütü Ahrar’uş Şam’a gidiyor!!
AKP, cami ve mescitleri toplumu dinsel taciz altına almanın, dincileştirmenin aracı olarak kullanmayı, bu yolla ülkeyi İŞİD ve Nusra’nın yaptığı gibi din devletine sürüklemenin altyapısını hazırlamayı sürdürüyor!
Erdoğan şahsında kurulmak istenen yeni Osmanlıcılık, Erdoğan’ın ben Ortadoğu’nun eş başkanıyım naraları da bu teminattan dolayı idi. Erdoğan beyaz Türklük yerine Yeşil Türklüğün öncüsü olacak, Ortadoğu da ılımlı İslam’ı yaygınlaştıracak ve müttefiki olduğu ülkelere hizmet edecekti. Hayal ettiği yeni Osmanlı halifeliği için Kürtlerin oyuna muhtaç olan Erdoğan önce Kürtleri kandırma yolunu tuttu. Fakat tek başına iktidar olur olmaz Türkiye de yaşayan her kes Türk’tür diyerek gerçek yüzünü gösterdi. Başlarda kışla siyaseti ile varlığını devam ettiren bir ülke 2002 yılı AKP’nin siyaset sahnesine çıkması ile camii siyaseti başlayacaktı. Camii siyasetinin önündeki engelin kışla siyaseti olduğunu söyleyen AKP zihniyeti özünde kışla ile ittifak sağladılar ve kışlanın içine de Camilerini kurdular!
Bütün resmi daireleri, asker ve polis dahil heryeri mescitlerle donatan, özel okullara ibadethaneyi zorunlu hale getiren, plajları haremlik selamlık olarak ayırmaya başlayan AKP bu kez plajların ortasına, denizin üstüne cami yapmanın yolunu açtı.
Hükümet; Kıyı Kanunu’nun uygulanmasına ilişkin yönetmeğin 4. maddesinde Taliban tarzı bir değişiklik yaptı. Çevre ve Şehircilik Bakanlığı tarafından yapılan değişiklik, bugünkü Resmi Gazete’de yayımlandı.
Yapılan bu düzenlemeyle isteyen birisi gelip bir plajın ortasına, sahildeki bir parkın ya da kampingin içine, koyu bir şeriatla yönetilen Suudi Arabistan’da olduğu gibi mescit ya da cami inşa edebilecek. Uygulama sadece plajlarla sınırlı olmayacak. Çamlıca tepesine yapıldığı gibi İstanbul Boğazı’nda, İzmir Körfezi’nde, Antalya Limanı’nda da deniz üstüne cami diye ucubeler yapılabilecek.
Düzenleme, radikal dinci tarikatlar ya da AKP’nin içindeki yobazlar ileride plajlara cami, mescit kurup, sonra da “Burada Allah’ın evi var, mayoyla, bikiniyle denize girilir mi? Haşema, tesettür mayo giymek zorundasınız” demeye başlayabilecekleri anlamına da geliyor.
Sevgi ve Saygılarla
Entegrasyon Komitesi İsviçre- Vevey
———————————————————————-
Esin Duran,
Selda Suner,
N. Gök,
Irem haloglu
Ferdi koçkar
Yeliz seren
Vedat Konak
S. Aktaş
Pelin Moda,
Bedri Engin,
Hasan Sirtan
M. Eskici
Nazmi Dogan,
Sevda Suner
R. Adalı
Sezer Aşkın,
H. Datvan,
Salih Demir,
FERDİ KADER
Erhan Vural
Necmi Derinsu
Ahmet Kaymaz
Aslan IŞIK
Nizamettin Duran
A. Demir
hasan kayısoğlu
Melahat Baykara,
ismail çekmez.
Aydin Nizam
Uğur Demir
Ismail B. Cenk,
Tekin Balkic
Selma Altuntaş,
Murat Koç
Filiz Serin,
Nedim Serin,
Vedat Koçak,
Salih Birdal,
Erdal Cömert
Ismail Bulak
Ahmet Meriç
Mustafa Gur,
Hasan Zafer
Bahar Ünsal
Osman B.
Ayse bahar
Metin Maslak
H. Maslak
Dilek Solak
zeynep içkaya
Sevda maslak
Sercan Gezmiş
Aynur Balkaya
İpek Doğan
Nazım Doğan
Murat Doğan
esin erkan
Beyhan erdem
n. erdem
İsmail Deniz
Ayten BARAK
Ugur Birdal
Ahmet Tan
İsmet Yelkenci
Yıldırım Kongar
Selma Kongar
Birol Aytekin
Hatice Gül
Ibrahim Erkin
Kemal erdem
Rıza Akdemir
Mehmet Coskun
Hüseyin demir
fethi killi
Yeliz Ender
Mustafa Ender
Ugur Basak
Kemal Dektaş
Ayten Ilkdal
Nuri Aktanır
Metin Koc
Sevgi Ender
Burhan Kulakçı
Oğuz Duran
Burcu Kanter
Aysel kanter
Erol kanter
Layla SOLGUN
M. Oktay
Kemal Aktas
Yelda tekinoglu
Orkun Keskin
T. Vural
Oğuz şen
Nur Şen
Ismail çaykara
Burhan Orkal
D. Kahan
Seher Yıldız
Esra akkaya
Mehmet Uzan
Yeliz IŞIK
Murat Bakır
O. Dem
Salih Aktaş
Seyhan İlknur
Osman Çekiç
esma yıldız
Murat Çetindal
Ali OkyarMusa Tekin
Aslı Birdal
Nazmi Doğan
İnci Gür
L. Okar
Mustafa Karkaya
Omer Aytac
Mürsel Bozkır
Zeynep Şengül
Gülcan Iğsız
Murat Nidar
şemsi Kaya
Ayten Ekşi,
Eda leman
nermin ışıl
D. Polat
Kadir Erdem
Serdar OKTAY
Mehmet Özdemir
Mustafa Erkan
Nuri AKTAS
Emine AKTAS
O. Kadir Ergun
Metin Kurca
Sedat Isiklar
Filiz Bag
Kadir Baskale
Sevim Varlik
Hasan Mesut Akkaya
Necmi Guler
Erhan Isguz
Meral Okur
Bilge Okyaz.
Kemal Koç
L. Mirakoğlu
Oktay Kızılcık
Mehmet Yavuzgil
Erdal Polat
Hüsnü oktay
k. Sankay
Ahmet tekin.
Semra Kaya
Mustafa Çiçek
Kayhan Göçkaya
Erdal Solgun
Mehmet Solgun
Esra Solgun
N. Altik
Oguz Karakış
Leyla Mert
Işık mert
D. Öksüz
Erdem Yılmaz
Ayse Eltan
S. Guner
M. Deniz Ok
Mehmet İnce
Huseyin Cinar
Meltem Cinar
Berk Cinar
L. Demirkaya
Huseyin Çilek
Ayten Irmak
D. Okdere
Ali Uskan
İrem Haloğlu
Berdan Temiz.
H. Baskale
Murat Gülay
Esra Gülay
Mustafa Akyol
A. jale Kol
M. Kol
Tamer Oktay
Aslan Burukoglu
I. Demir
Nurettin Akdal
Uzan Kara
ismail Igdır
Ali Serin, Gül Akın, esra Serin
Nuri Şen
Hasan.Y. Balci
Mehmet Yucel
İsmet C. Koray
salih Söğütlü
Nuri Akçay, Gül Akçay, Esra Akçay
Ali Dem. Sarahoğlu
Ayten Karaman, Mehmet Azal
L. Uzan, Harun Tabaklı
Ertekin Sancak, mehmet değerli.
Kemal Güler, Zeynep Güler
B. Urak.
Ismail Duygu, Erdem Duygu
Hasan Incedemir.
N. kayıkçı.
Bayram Akçak
İsmail Dilpek.
Kemal Uzunyayla
Zeynep Olgun, Mustafa Gülay, Nuri gülay, Arzu Gülay
Mehmet Gülçiçek. Seher Gülçiçek.Mustafa E. Sırat.
Oktay Baykuş. Ezra Seren. Nuray Karaçay.Ali karaçay. Murat Karabel. Nedim Arslan. Haydar Erkin.
BeğenBeğen